Podyumları sokaktan, sokakları podyumlardan ayırt etmemizi zorlaştıran bir giyinme biçimi, sokağın modası diyebileceğimiz kavram “heterojen stil karışımı”. Uzun zaman önce günlük hayatta tercih edilen bir jean, bir t-shirt ve spor ayakkabı rahat bir kombin için yeterliydi. Sonraları birçok parçayla birden rahat olmanın, şık olmanın, aslında ne istiyorsak o olmanın keyfine ulaşmaya başladık. Şimdilerde ise bir dizi farklı öğeyi birbirleriyle ne kadar iyi ve yaratıcı şekilde bir araya getirdiğimizi göstererek podyumlara referans oluyoruz.
Sokak modası ilk olarak graffitiden ilhamla sörf tahtaları süsleyen Shawn Stüssy’nin 1984 yılında Stüssy isimli moda markasını kurmasıyla başladı. Markanın logosunda yer alan birbirine geçmiş iki S harfi ve Stüssy no:4 yazılı tasarımları Chanel’e gönderme yapıyor, kendileri için podyumunun kaldırımlar olduğu mesajını izleyicilerine her fırsatta iletiyordu. Markanın kısa sürede elde ettiği başarı sonrası büyük markalarla yaptığı işbirliklerini, lüks moda dünyasının sokaklardan kuralsızlığı öğrenmesiyle açıklayabiliriz belki de.
Başlarda özensiz algılanan bu sade ve rahat görünüm, sonraları moda elemanlarının tüm stil tanımlamalarını bir arada taşıyabilen ve gerçek hayatı daha iyi yansıtan bir ekol haline geldi. Zıtlıkları bir araya getiren özgür ve kaygısız stilin çoğunluklar tarafından tercih edilmeye başlaması, moda endüstrisinin yönünü sokaklara çevirdi ve bu özgün insanların verimli kullanabilecekleri ürünlere odaklanıldı.
Kuralsız sokaklarda uzun çizmeler eteklerin veya dar kesimli pantolonların altında gördüğümüz bir parça olmaktan çıkıp, zaman zaman bol kesim pantolonlarla da kombinlendi. Zıtlıkları bir arada taşımanın yolları yalnızca renklerden geçmiyor bu kuralsız ekole göre. Bazen oversize kombinlere çok küçük çantalar eşlik edebilir, bazen de doku ve desen oyunlarıyla Escher tabloları gibi yürünebilirdi sokaklarda. Trend parçaların vintage esintilerle bir araya gelmesiyle oluşturulan etkiler, şimdiki zaman dışında başka herhangi bir döneme ait görünmez. Belki de özgürlüğü, zamansızlığa vurgu yapan doğasından gelir.
Sokak modası, hiç düşünülmeden bir araya getirilmiş kombinler gibi görünseler de, olabilecek her şeyden alınabilecek ilhamla kolaylıkla yeni bir akıma dönüşecek kadar güçlü fikirler barındırır aynı zamanda. Bu fikirler ikonik figürlerin, özetle medyanın etkisiyle podyum ve sokaklar arasında önemli bir köprü kurmuş oldu. Çoğunluklara hitap eden bu stil, moda devlerini etkisi altına aldı ve sokak modası markaları diyebileceğimiz markaların lüks markalarla işbirliği yapması kaçınılmaz oldu. Virgil Abloh, kaykay alt kültürünün simgesi Supreme markasıyla Louis Vuitton’u bir araya getirdi. Bu birliktelik başka işbirliklerine de kapı açtı ve Cristopher Kane x Crocs, Vetements x Juicy Couture, Rick Ovens x Birkenstock, Palace x Adidas gibi marka birlikteliklerine şahit olduk. Sokak modasının hızlı moda markalarından H&M’in Karl Lagerfeld ile bir araya getirdiği kapsül koleksiyonları büyük ilgi topladı ve koleksiyonların devamı Versace, Moschino, Kenzo, Balmain gibi markalarla geldi. Moda birlikteliği ilk olarak 1930 yılında Elsa Schiaparelli ve Salvador Dali’nin yengeç elbisesi ve ayakkabı şapkasıyla karşımıza çıksa da, 1960’larda Yves Saint Laurent’in Mondrian elbiseleri, Louis Vuitton çantalarındaki Takashi Murakami renk ve karakterleri, Raf Simons’ın Sterling Ruby jeanleri ve son dönemlerde Puppets and Puppets’in Jean Giraud karakterlerinden ilham aldığı koleksiyonu gibi örnekler marka işbirliklerinin her dönem karşımıza çıkabileceğini gösteriyor. Sanatçı birlikteliklerinde kar amacı gütmeyen lüks markalar entelektüel kimliklerini ortaya koyarak yeni renkler, formlar ve biçimler ortaya koyuyorlar. Fakat konu sokak modası ve lüks marka birlikteliği olduğunda amaçlar ve hedefler daha farklı oluyor. Lüks markalar daha geniş bir kitleye temas ederek güncel kalıyor, sokak modası öncüsü markalar ise lüks markaların üstün işçilik kabiliyetini ve kaynaklarını kullanarak döneminin ikonu olma şansını artırıyorlar. Kuralsız sokak modası ise her an her yerde ruhunu her tür ürünle yansıtabilen özgün, zamansız ve etiketsiz bir kombinasyonun sonucu olarak modayı yönlendiren konumunu koruyor.
Trendler her dönem, her sezon değişse de, sokak modası bu değişimle pek ilgilenmeyen yaklaşımlarıyla sürekli fikir üreten bir stil. Bazen parizyen stilden aldığı minimal etkileriyle, zaman zaman kovboylardan getirdiği püskülleriyle, yorganlardan aldığı kapitone etkileri ve etnik desenleri kullanım alanlarıyla birçok insana ilham oluyor. İnternette sokak modası ekolü için binlerce kombin görmek mümkün. Herkesin kendine özgü kimliği rahatlıkla taşımak istediği gerçeğine ulaştırıyor bizi bu durum. Siyasi başkanların takım elbiselerinin altındaki renkli çoraplar, kırmızı halılarda gördüğümüz eşofman takımlarının altındaki yüksek topuklu ayakkabılar bir araya geldiğinde sınırsız bir dünya manzarası oluşuyor ve tüm bu özgürlüğü sokakların özgür fikirlerle dolu ruhuna borçlu olduğumuzu hatırlıyoruz.













